Salâvâtı Şerife getirmek

“Ben ve melâikelerim nebîye selâvat getiriyoruz, siz de getirin” Âyet.

Bu, Makam-ı Mahmud’un yaratılışını tesbih etmek demektir.

Bu yaratılış da kendini durmadan tesbih etmektedir.

Kâinatda sükûn yoktur.

Yıldızlarıyla, madenleriyle, nebatlarıyla hayvanlarıyla, atomlarıyla bu tesbihat aklın ermediği hududlara kadar devam etmektedir.

Siz buna atom, elektron kaynaşması deyin, ne derseniz deyin, hepsi aynı kapıya gider.

“Bana selâvat getirmeden duanız makamına erişmez” hadis.

MAKAMI MAHMUD:

Beşerin idraki için kudret-i İlâhiyenin ilk tecellî yeri.

Her şey ondan husule geldi.

Buraya biz “Nûr-u M”nin yaratılış ve zuhur yeri diyoruz.

Bütün kâinat bu “nûrdan” halkedilmiştir.

İlk nüve atom budur, ismine ne dersen söyle.

İlmen de aynıdır, mânen de aynıdır...

“Ben ve melâikelerim selât getiriyoruz demesi, benim bütün kudret tecellîlerim bu tesbihatm içindedir siz de buna bilmeyerek iştirak ediyorsunuz fakat bilerek iştirakinizi istiyorum.

Kudret ve güçlerimi anlayın ve onları kullanın!”

Resûlullah’ın:

“Bana selâvat getirmeden duanız makamına erişmez!” sözü nezaketen bu ilâhî tesbihata iştirak etmenizi arzuladığındandır...

Nefsin, esaretine girmek.

Nefsinin arzularına, uymak.

Bu iki cümle, biri “nefsin” diğeri “nefsinin” tâbiridir.

Bunları düşün, ayır, sonra okumaya devam et!

Nefis vardır.

ALLAH bunu halketmiştir ve serbest bırakmıştır.

“Nefsin”, iyi ve kötü ne ise onun arasında dolaşan arzular hareketlerdir...

Menfaat histeriyle insan bilmeden “nefsin” esareti altında kalır.

“Nefsinin” demedik dikkat...

Herşeyi HAKK’a, nefse bağlama!

“Nefsine” bağla!

Serbest bırakıldığın ve iradeye sahib olduğundan ötürü kabahati kendi üzerine al!

Âdem cennetden çıkarıldı.

Bu ALLAH’ın muradı.

Âdem onu “nefsine” bağladı.

Sonra afvedildi.

Kazâ ve kader kanununda yâni Levh-i Mahfûzda İlm-i İlâhî ile yazılı her şeyin nasıl olacağını ve mevcudatda vukua gelen her şuunun ALLAH’ın külli hükmü olduğunu bilmektir.

Kazâ, mukadderatın bilmediğimiz yokluktan fiil sahasına ve zuhura çıkması demektir kazâ.

Burada nefsin bu mukadderata bağlı olduğunu unutmamalıdır.

Onun için nefsinin hareketlerine dikkat etmek ve onda husule gelecek herhangi bir değişikliği kendi kusuru ve iyiliği olarak kabullenmesi lâzımdır.

Burası çok mühimdir tekrar tekrar oku!

Abdulkadir Geylanî’ye sormuşlar:

“Velî zina eder mi?”

“Kaderinde varsa eder!”...

Velî ahlâkı ile imanı ile üstün insan demektir.

Kendini ma’sum bilen zâten velî olamaz.

Burada nefsi inkâr vardır.

Nefis, ALLAH’ın yarattığı bütün yaratıklara şamil gizli bir kanun hâlinde câri serbest arzular,

Duygular,

Hareketlerdir.

O hâlde kazâ:

Beş parmaklı bir şahısdır.

Bir şeyden kâm almak isterse;

Parmağının ikisi ile gözünü kapar,

İkisi ile de kulaklarını tıkar,

Bir parmağıyla da dudağı üzerine koyarak:

“Sus!” der...

Sezmek, seziş:

Bir hakikatin mevcudiyetinin kat’i kavram vermezse de en büyük delilidir.

Doğruluk, kâinat nizamına uyuş...

Adalet, her şeyin bir ahlâk ve doğru olarak sapmadan işlemesine uyuş...

İnsan hem maddesi, duyguları ve ruhî hamulesiyle kâinatın küçük bir modeli... Maddesi vardır:

Işıklarıyla, atomlarıyla molekülleriyie elektrikiyetiyle proton ve n ötronlarıyla fizik ve kimyasıyla her şeyiyle...

Mânâsı iç dünyası vardır:

Süs, Şuûr, Zekâ, Duyguları ve Dehasıyla...

Maddesi dışında, madde ötesi içinde ve güzelliklerinde herşeyi sevmesinde... ‘

O hâlde cesedinle dünyada, gönlün ile sonsuzluğun maddenin ötesinde ol!

“En güzel isimler O’nundur” âyet.

Ne demektir?

“Onlarla dua edin!” Âyet.

Bu:

“Onlarla daima kalın!

O isimlerin tecellîleri vardır sizde.

Onları ‘ALLAH size beyhude vermedi.

HAKK’ın zâtını idrake çalışmayın!”

Cebrail nedir?

ALLAH kelâmını insan tahammül hududuna indirir.

Gayretullah’a dokundu demek:

ALLAH’ın kanunlarına riâyet hududunu aşma demektir ki o kanun kimya, fizik, ruhî ise, onun tesirine maruz kalmaktır.

Yâni onun koyduğu kanunlara aykırılık...

Dost ol o kanunlarla!

Dostluk bütün dünyadaki paralara bedeldir.

Evvelâ ALLAH’ın yarattıklarıyla her türlü maddî ve mânevî kanunlarıyla dost ol!

O nizama uy!

Hazırla kendini!.

Ondan sonra bütün bunların sahibi ile dost olmaya başlarsın.

Her türlü savaş, haksızlık ve adaletsizliğe karşıdır.

Neticede biri hain olur.

Diğeri kahraman.

Kazanırsa ihtilâl olur,

Kaybederse isyan olur.

Binlerce selâvatı şerife mevcuttur.

Bunların hepsi Peygamber Efendimizin kul olarak zât-ı muhteremlerine, bir kısmı “NEBΔ olarak VAHY’i tebliğ etmesi bakımından bu necip vazifeyi yapması, bizi haberdar edip doğru yola önder olması ve öğretmesinden dolayı onun bu hakkını ödememiz için...

Diğer bir kısım selâvatı şerifeler de onun ruh-u muallalarını takdis ve tebcil içindir.

Bir kısım selâvatı Şerifeler de kendilerinin şefaatini esirgemeyecekleri kafidir, Çünkü “Rahmetenli’l- âlemin”dirler.

Bir kısım selâvatı şerifeler vardır ki, müşklil zamanlarda Resûl’den istimdad ve ruhu şeriflerinden yardım istemek içindir.

Bir de Resülullah’ın sünneti seniyelerini bi-hakkın yerine getirip tebliğ ettikleri ALLAH’ın emirlerini mümkün olduğu kadar kusursuz yerine getirenlerin, onun mânevî Ruhaniyeti ile temas temini için çâre ve vasıtalardır.

Binlerce selâvatı şerifelerin daha binlerce mânevî ve ruhanî fazilet ve kıymetleri vardır.

Selâvat-ı şerifelerin “vird” edilmesi, bir derece, bir makam, temizlik ve kulluk rütbesine göre bir edeb, mânevî bir izin meselesidir.

Hakiki mürşidler, velîler; hakiki kulluk yolunda onlara ya cehren himmetlerini gösterirler, veyahut gizli olarak ilham ile onlara telkin ederler.

Bütün bu selâvatı şerifelerin istenildiği zaman devamlı vird edilenleri olduğu gibi, muayyen zamanlarda vird edilenleri de mevcuttur.

Anlattığımız selâvatı şerifelerin cümlesini hâvi kitab ve evradları vardır. Bazıları da hiçbir kitabda yoktur.

Bu selâvatı şerifeler kulaktan gizli telkin edilirler.

Her velînin mürşidinden aldığı birçok gizli selâvatı şerife mevcuttur.

Tayy-i mekân için, uzaktan konuşmak için, keramet denilen fevkalade işleri göstermek için lâzım olan selâvatı şerifeler bunlardır.

Rical-i gaybın, Hz.Hızır’ın, Üçlerin. Dörtlerin, Yedilerin, Kırkların, Üçyüzlerin, Üçbinlerin selâvatı şerifeleri vardır.

Kutb-u âzamların evradı olan büyük velîlerin selâvatı şerifeleri vardır.

Bir de Resûlü Ekrem’in’ bizzât kendi nûrlarma karşı yaptıkları salavat- ı şerife vardır. Resûl’ün kendileri bu selâvatı daima vird ederlerdi.

Son olarak da ALLAHu Kadir-i Mutlak’ın:

“Nebî-i zîşanıma meleklerimle selâvat getiriyoruz!” mealindeki âyet-i kerimede zikrolunan selâvatı şerife vardır.

Bu selâvatı şerifelerin vakitleri, zamanları olduğu gibi her zaman vird edilenleri de vardır. Gece ve gündüz vakitlerinde vird edilecekleri vardır.

Sünnet-i seniye-i Resûlullah’ı bihakkın yapabilmek, pota-yı Resûlde erimek, havzına girmek büyük bir mânevî âlemdir.

Hak cümleye nasip eylesin!..

Resûllüğüne, Nebîliğine, ALLAH’ın habibbi Habibullah olmasına, Peygamber olmasına ve nihâyet mübârek ruhuna getirilecek ayrı ayrı selâvatı şerifeler vardır.

Bunlardan haberimiz olmadığı hâlde, haberimizin olmadığının da farkında değiliz.

Basit gibi görünen bildiğimiz selâvatı şerifeyi bile devamlı vird etmekte tembellik eder gaflet içinde yüzüp dururuz.

Gözlerinizi açın, kulaklarınızı temizleyin, aklınızı başınıza alın zaman geçiyor demiyeceğim! Çünkü zaman geçmez yerinde durur.

Biz geçiyoruz da geçmek işini zamanın üzerine yükleme gafletinden kurtulamadığımız gibi, aklımızı da ters tarafa idrak için zorlayıp duruyoruz...

Dünya âlimleri Einstein’in izafiyet teorisini haykırdığı zaman kendisine güldüler.

Anlayamadılar.

Einstein:

“Zaman ve mekân yoktur!” demişti.

Evet öyledir.

Bunların hesabları ile insanoğlu atomu buldu.

Aya bu hesabla gitti.

Televizyon, Radyoyu buldu.

Birçok ilâhî kudretlerin varlığını inkârdan fiilen olsun kurtulma yolunda bu keşifleri bulan insan kafası, bugün milyonlarca kilometre uzaklarla konuşuyor, yekdiğerini görüyor.

Bunlar insanların icadı.

İnsan kafası da ALLAH’ın icadıdır...

O hâlde falan velî bir anda filân yere gitti, filân yerde konuştu dedikleri zaman neden gafletden kurtulup da ALLAH’ın icadını idrak edemiyorsun?

Şüphe ve gafleti içinden at!

O zât ile o zaman görüşüp konuşur, sohbet edersin.

Bu kubbenin altında ALLAH’ın sevgili kulları eksik değildir.

Kıyamete kadar da eksik olmayacaktır.

“Evliyâi tahtı gurabi lâ yüfhem” Hadis-i Kudsîde;

“ALLAH’ın öyle velîleri vardır ki onları ALLAH’dan başka kimse bilmez!” buyrulmuştur. Bir kısım da ALLAH’ın ilham ve ilim verdiği âlimler vardır.

Resûlü Ekrem bunlar hakkında şu hadisleri buyurmuştur:

Âlime hürmet eden ALLAH’a hürmet etmiş olur.

Âlimlere hürmet ediniz.

Çünkü onlar ALLAH nazarında yer yüzünün büyükleridir.

Ümmetimin âlimlerine hürmet edin.

Çünkü onlar yeryüzünün yıldızlarıdır.

Ümmetimin âlimleri Benî İsrail peygamberleri ayarındadır.

Âlimler yeryüzünde ALLAH’ın mutemedidir.

Âlimler peygamberlerin varisleridir.

Âlim, yeryüzünde kudret-i İlâhîye nin mümessilidir.

Bir Âlmin ölümü, bütün bir milletin ölümünden daha büyük bir kayıptır.

Câhiller içinde bir âlim, ölüler içinde bir diri demektir, ilminden istifade edilen bir âlim, bin zâhidden evlâdır.

İlim rütbesi en büyük rütbedir.

Âlimlerden yüksek hiçbir şey yoktur.

Zira hükümdarlar alelade fâniler hakkında büküm verirler.

Âlimler ise, hükümdarları da muhakeme ederler.

Âlimin uykusu câhilin ibâdetinden evlâdır.

Âlimlerin mürekkebi ile şehidlerin kanı tartıldı.

Birincisi ikincisinden ağır geldi.

Âlimleri sık sık ziyâret etmek ibâdet yerine geçer.”

Sözü burada kesiyorum.

Su kadar aziz olunuz!..

26.X.1986 Pazar

“İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima : ALLAH ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey

“Huvallahul halikul bariyulmusavviru lehum'esma ulhusna yusebbihu lehu ma fiyssemavati vel'ardi. Ve huvel'aziyzulhakiymu. : O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.” (Haşr 59/24)

“Ve lillahil esmaül husna fed'uhü biha ve zerullezine yülhidune fi esmail seyüczevne ma kanu ya'melun : En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.” (A’raf 7/180)

Makam-ı Mahmud: (Şefaat-ı Uzmâ) En yüksek şefaat makamı. Peygamberimizin (A.S.M.) kavuşacağı, Allah tarafından vaad edilen makam.

Masum : Günahsız, suçsuz.

Kâm almak : f. İstek. Arzu. Maksad. Murad. Dilek. Lezzet. * Ağzın üstü. Damak. * Koyun, sığır ağılı. * Ağaç kilit.

Takdis : Büyük hürmet göstermek. Mukaddes bilmek. * Cenab-ı HAKK'ın kusursuz, pâk ve her hususta noksansız olduğunu bildirmek, söylemek ve ALLAH'a (C.C.) şükretmek.

Tebcil : Ağırlamak. Yüceltmek. Birisine ta'zim etmek. Hürmetle hareket etmek.

İstimdad : Medet ve yardım istemek.

Bi- hakkın : Tamamıyla, hakkıyla.

Cehren : Açıktan, alenen.

Havi : İçine alan, ihtiva eden, kaplayan. Câmi'. * Biriktirici. * Kuşatan.

Vird : Sık sık ve devamlı okunan dua. * Kur'an-ı Kerim'den her gün okunması vazife bilinen kısım, bir cüz.

Evrad : Virdler. (Bak: Vird)

Kutb-u a’zam : En büyük Kutub

Kutub : (Kutub) Dünyanın şimâl veya cenub uçları. (Güney ve kuzey taraflarının son kısımları.) * Elektrik cereyanını meydana getiren veya mıknatısın uçlarından her biri. * Dini bir meslek veya grubun başı. Bir çok müslümanların kendisine bağlandıkları azim ve büyük evliyaullahtan zamanın en büyük mürşidi.

Zîşan : Şanlı, meşhur ve şerefli olan.

Himmet : Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı HAKK'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * ALLAH indinde makbul ve mübarek bir kimsenin manevî yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzâb 33/56)