Yokluk

Birçok şeylerin yokluğunu, eksikliğini, kültürümüzü, an’anelerimizi, inançlarımızı taşıyan büyük vasıflı kimselerin yokluğunda seyrediyoruz bugün...

Konağımızı yıktık.

Fakat onun sağlam kalmış malzemesinden yeni bir binadan nasıl faydalanacağını bilemedik.

Dede kültürünün, Osmanlı kültürünün harabesi önünde şaşkın birbirimize bakıyoruz.

Çöküşümüzü içimizde taşıyoruz.

Başkalarını tercüme ederek kendimizi yaptık.

Tepeden inme de olmaz bu değişiklik...

Rahmetli bir düşünenin dediği gibi “bazen doğuluyuz, bazen batılıyız.”

İki sayfayı iki cümlede anlatanlarımız kalmadı.

Hıristiyan garp, düşüncesinde islâmdır.

İslâm şark, düşüncesinde hıristiyan gibidir.

Düşünebilirsen sözümüz doğrudur.

Bunun doğru olduğunu idrak ederek anladığımız zaman duyabileceğimiz ızdırap bizi ancak kurtaracaktır.

Ağacı çürüten içindeki gizli kurtdur.

Bizi içimizde olanlar çürütüyor.

Kabahati, sebebi dışarıdadır diye toplumu kandırıyor.

Hepimiz habersiz memleketimizin yıkımına birşey katıyoruz.

İnsanlarda akıl hududu içinde herşey iradeleri içindedir.

Hatta peygamber efendimiz:

“ALLAH bana insanların kalblerini açıp bakmamı emretmedi” buyuruyor.

Bu, akla hürmetdir.

Adam konferans veriyordu:

200 kg, boyu 30 cm adam gördüm.

Bir de 30 kg. 2 m. boyunda bir adam daha gördüm.

Nasıl olur efendim.

Deli dedik ya.

Dedelerimizi hakir gördük.

Âdetlerini,

Giyimlerini.

Yemeklerini nefret duyarak terk ettik.

Türk Milletine hizmet etmişleri de lânetledik.

Padişahlara küfretdik.

Şimdi onların isimlerini; köprülere, sokaklara, mekteplere, üniversitelere koyuyoruz.

Evlâtlarımıza soytarıvari isimler koyduk.

Fatma, Ayşe, Satı, Pembe, Döndü, Satılmış isimlerini,

Mehmet, Ahmet, Mustafa, Lütfü, Osman.

Binlerce isimleri terkederek, yeni uydurma mânâlar vererek:

Başak. Filiz, Yalçın, Yaprak, Yağmur, binlerce var...

Bundan başka yahudi, hıristiyan, garplı isimler de var, Anuşka...

Ey gafletde olan cümle insan!

Sen hangi yecüc ve mecücü

Hangi deccalı bekliyorsun Hepsi çıktı.

Sen göremiyorsun...

Sokaklarda

Bakkallarda

Dükkânlarda

Pazar yerlerinde dolaşıp duruyorlar...

Yalnız isim değiştirmişler...

Dil değişti ya...

Felâketleri, Zelzeleleri, Selleri, Âfetleri, Kazâları, Tayyare kazalarını, Vapur kazalarını doğa dedikleri tabiat kelimesine, bu nizamı yaratan HÂLİK’ı inkâr ederek onun halkettiği kanuna bağlayarak tesadüf kelime zincirine halka yapmaya çalışırsın;

Otomobil kazâlarını, biri civata çıkmasına, bir rot kırılmasına kadar adileştirerek hepsini toplayıp, dikkatsizlik kadrosu ismiyle kısa idrakine sokmaya çabalarsan;

Ruh âlemini viski şişelerinin boşaltıldığı, kumar masalarının dolduğu yerlerde medyum diyerek HAKK’ın en büyük sırrı olan ruhu çağıracağım diye kulüpler kurarak, etrafını bir sürü akıl izan yoksulu dişi, erkek serserileri toplayarak HAKK ile bilmeden alay eden güruh...

Vatan kurtaracağım diye:

Derin bir uçurumun üzerinde gerilmiş bir ipi iki elleriyle tutarak bağıran ve yoruldukça el değiştireceğim diyen büyük insanlar!!!...

Adaleti düzelteceğim diye uğraşan, Hak ve haksızlık nedir bilmeyen. Haksızı haklı, haklıyı haksız çıkarmaya çalıgan, girdaba kapılmış (birey)ler!!.

Birbirini yemek isteyen, açlıktan uzvî titreşim içinde olan iki yamyamın birbirini kızarmış hindi gören bersâma “Hallisünasyon” kapılmış (ikey) ler!..

Hastayı geçim vasıtası yapan şifâ vericiler!..

Ninesini hor görüp, yaşlılardaki güzelliği görmeyip genç hastaların bacaklarını yakarak hastanedeki yatağa yatıran hastaneler, hekimler!..

Dindarım diye; Başı dazlak, Kirli sakallı, Pantolonunun paçaları kurumuş çamurlarla süslenmiş.

Ağzı sarımsak kokan, elinde tesbih, sokakda gezen turist hacılar!..

Yalancı Mürşidler, Gavslar, Şeyhler, Efendi hazretleri!..

Ölüsünü musalla taşma koyup çelenklerle namaz nedir bilmeyen, cenazelerini seyreden münevverler!..

Konuşursan : “İnancım kuvvetlidir” diyen ruh soytarıları!..

Hangi sirkden diploma aldıkları belli olmayan, ağızlarında ezberlediği bir iki kitab cümlesini tekrarlayan âlimler!..

Akşamları evine gelirken yavrularına şeker veya çikalota almayı unutup ve düşünmeyen, Pilsen Birasını unutmayan soytarı babalar!..

Televizyonlarda bile eve gelirken biranızı unutmayın diye yayın yaptıranlar.

Bayağıların söz külliyatı!..

Senelerce yetiştirilmemiş, başıboş bırakılmış zavallı gençleri kolaylıkla suçlayan güya “Büyük insanlar”, ne verdin, ne yardım ettin de bir şey istiyorsun?

Utanmadan...

Anarşist diye köpürdüğümüz

Komünist diye saldırdığımız

Maocu diye bağırdığımız

Dinsiz diye takbih ettiğimiz.

Bu bâkir neslin yetişmesine yardım etmemiş...

Geçmiş neslin hatâlarını hiç düşünmeden hüküm vermek, insan hasleti değildir.

Onları başkaları fırsat bularak yetiştirdi.

Kimde kabahat, Töhmet?

Onu söyleyemem.

Suç olur. Suç ceza görür.

Fiil hâline geldiği takdirde...

Olmuş bir vak’a tarihe geçmiş ise olmuştur demektir.

Bunu hatırlamak ve hatırlatmak suç olur mu olmaz mı?

Hakikat olmuş ise suç değildir, iftira ise hürmetsizlik ve fazilet, vicdan bakımından suçdur. Bir hakikati anlatmak suç sayılırsa, o hakikati gizlemek gayesi varsa suç sayılıyor, işte bu düşünce yurtdaki kargaşalığın nüvelerinden biridir.

Camiler kapatıldı.

Kur’ân okumak yasaklandı.

Bunlar vaktiyle oldu. Bunlar hakikatler.

Bugün bunlardan bahsetmek “böyle olmuşdu!” demek suç sayılıyor.

Sebep nedir?

Dindarlık istenmiyor demektir.

Bunlar bugün münevverin düşünce ve fikr-i sabitidir.

Onun için suç olur dedim.

Söyleyemem diyerek susmak bizim için hayırlıdır dedik...

Eskiler derler:

“Kazâ beş parmaklı bir şahısdır ki kâm almak istediği zaman, parmağının ikisi ile gözünü kapar, ikisi ile de kulaklarını tıkar. Birini de dudağı üzerine koyarak “Sus” der.”

Biz de sustuk ya!..

21.6.1967 Pazar

Takbih : Çirkin görmek. Beğenmemek. * Kabahatli bulmak. * Kötü gördüğünü bildiren söz söylemek.

Bâkir : Tâze. El sürülmemiş. Bozulmamış. * Erken.

Nüve : Çekirdek, asıl, menba’.

Kâm almak : f. İstek. Arzu. Maksad. Murad. Dilek. Lezzet.