Herşey fizik, kimya ve diğer maddî malzeme ile izah edilemez.
Madde âleminde mihanikî kanunlardan bahsederken diğer âleme çevrildiğimizde o âlemde kanunun değil beşerî bilgi ile ancak ihtimal kelimesini ileri sürebiliriz.
Kulun söz ve ifade tasarrufuna girmiş her şey ruhanî esrarını kaybeder.
Gayb hazinesinin âlem gözüne kapalı kapısının aralığından biraz bakalım.
Ortada olup görünmeyen vardır.
Ortada olmayıp görünen vardır.
Görüneni görmek normaldir.
Ama onda herkesin görmediği “görünen” vardır.
Onu sana ustası gösterir.
Bunu göstermekle akla hakaret etmeden o göremediğin “görünen”i idrak edersin.
Gösterilmezse hemen akıl ile inanmaz inkâr edersin.
Görünmeyeni görmede hüner vardır.
Görünmeyenin de görünmeyen bir tarafı daha vardır ki onu Gül ârif görür.
Mikrobu göremezsin amma vardır.
Renk körlüğü vardır.
Herkes görür o görmez.
Sen görürsün.
Onun gördüğünü sen göremezsin...
İşitme de öyledir.
Tohumda çınar gizlidir, görünmez.
Göründü mü tohum kaybolur.
Bunu sözle söylemek icabederse zâhir olan tohumdan bâtın olan çınar çıktı tam zâhir oldu. Bâtın kayboldu.
Bu, ilâhî değişmeyen bir kanundur.
“Hüve’l- ZÂHİR hüve’l- BÂTIN, Hüve’l- BÂTIN hüve’l- ZÂHİR” lâfz-ı celili budur.
Hüve’l- EVVEL, hüve’l- ÂHİR ise ilâhî kanunun değişmediğini öyle takdir edildiğini bildirir.
Aynı zamanda :
Hüve’l- EVVEL : Nûr-u Resûl Hüve’l- ZÂHİR : Ümmeti Hüve’l- BÂTIN : Resûl’ün ledünnü.
Bu âyet, bu hakikati gizleyen ve açıklayan âyetdir.
Bu lafları anladı isen hemen sağ elinin üstünü öp!
Ve hemen avuç içine bak!
Biraz sonra da onu öp!
O da öpebilirsen.
Niçin öptüğünü anlarsan o da nasip olur.
Baban varsa elinin üstünü öp!
Ananın hem elinin üstünü, hem de diğer elinin içini öp!..
Bir de başka türlü el içi öpme vardır.
O halvet işidir.
Hakikatini bilmeden takliden öpme!
Sakın...
Ne olur?..
Hiç...
Korkma bir şey olmaz...
Akıntıya kürek çekmek var ya...
İşte o olur...
Hüve’l- BÂTIN, hüve’l- ZÂHİR :
Mânâsı açık bir sırdır...
Cevabı da sır kalmalı...
Bu söz akıl ölçüsünde saçma gibidir, fakat bu saçmanın içinde birşey gizlidir.
Bütün bu gibi itirazlar münkir ve şüpheli düşüncelerin mahsulüdür.
Netice bir fayda vermez.
Bir şeyi kötüleştirirsen bir zaman gelir ki, körün bile göreceği hâle gelir. Peygamberlerin söylediklerine, semâvî emirlere, haberlere inanmak muhakkak lâzımdır. “ALLAH herşeye kadirdir”.
İrade, ruhun cesede hakimiyetini sağlar.
Cesedi nefsin emrine iradesizlik bırakır.
O zaman emir terkedilmiş olur, ve yasaklar hududuna girilmiş olur.
Bu muvazeneyi temin için yasaklar emrolunmuştur.
Zira ALLAH insanı serbest bırakmıştır.
İrade ruhun aklıdır, onun kabul ettiği doğrudur, insanın âdemiyet hamulesidir bu.
Fikir ve aklı zorlamadan, zedelemeden sözlerimizi anlamaya çalış!..
ALLAH’ın verdiği akıl da hududludur.
Bu kısım içinde bütün senin kudretin gizlidir.
Bunu anlamaya uğraş!
“Çalış!” demiyoruz.
Uğraşmak başkadır çalışmak başkadır.
Bütün kâinatdaki kanunların hududu aşıldı mı “Zü’l- İNTİKAM”, “SERİÜ’l- HESAB” olduğunu anlarsın.
ALLAH öç alıcı, intikamcı değildir.
Hâşâ...
Kanunlar öyledir...
Ateş yakar.
“Girme!”
Yakıcılığına inanmadığın için elini soktun, elini yaktı.
“Öç aldı!” budur.
Yakıcılığına inanır ahbap olursan yakmaz.
Ha onu da unutma!
O iş de vardır.
Sen “Ahseni takvim” yaratılmış insansın.
Kendini yabana atma!..
Mekânda iken lâ mekâna dalmak hüneri sende...
Semâya bakmak, sonsuzluğa, bir nevi lâ mekâna bakmaktır.
İnsan, aklının varamadığı lâ mekanı içine almış bir mekândır.
Havada insan mesafe ve zaman anlamını kaybeder.
Tayyarede bulutlar içinde bir bak bakalım.
Sözümüz doğrudur.
“Neden?”...
Semâ, ALLAH’ın varlığının en büyük delilidir.
Ne kadar küçülürsen o kadar yanaşırsın.
Semâya bak!
Ne kadar küçük olduğunu anla!
Ölüm bu küçülmenin son hudududur.
Bir “tuz” danesini gözle anlayamazsın.
Muhakkak dile sürmek lâzımdır.
Bu küçülmeyi anlarsan tekrar niçin dirileceğimizi de anlarsın...
Hilesiz, hurdasız her şeydeki güzelliği, kötüdeki güzelliği bile...
“Gönül gözü” dedikleri budur işte...
Gönül, insanın hamulesinin gölgesinin, gölgesinin, mânevî gölgesidir.
Dikkat edilirse İslâm ve Osmanlı mimarisinde insan şekli ve heykel ile meşgul olunmamıştır. Resûl bunları yasaklamıştır.
Niçi?
O büyük mesele.
Anlamak bir makam meselesidir.
(Mi’racı, Namazı, Kudüs’ü, Kıblenin tekrar Kâbeye dönüşünü, Haccın esrarını iyice bilmek gerekir.)
Bu noksanı muhayyelelerinde icâd ettikleri tezyinat ile telâfi etmeyi unutmamışlardır.
Bahçeler, Çiçekler, Endülüsde saraylar tezhipler, Hattatlar saymakla bitmez.
Nihâyet Osmanlı mimarisi ilham-ı rabbâni ile yepyeni bir mimari ortaya çıkarmıştır. Selimiye...
Süleymaniye...
Bunların esrarı hâlâ çözülememiştir.
Ecnebîler mırıldanır.
“Bu kul yapısı değildir.
Gökten inme bir mâbed...”
Ne zannettin?
Selimiye için Resûl:
“Bu benim himayemdedir!” demiş, Yavuz’a rüyasında.
Kıblesini Resûl göstermiştir.
Kusuru var mı?
Var ya, “kusursuz oluşu” yetmez mi bu lâf...
Yavuzla Sinan el ele vererek Resûl’den aldığı ilham üzerine yaptılar bu mabedi.
Fakat ne kadar yazık ki biz ne Selim’e ne de Sinan’a benzemiyoruz artık. İslâm ve Osmanlı içinde meşhur:
Artistler, Sanatkârlar, Ressamlar zuhur etmemiştir.
Fakat;
Çok mâhir kumandanlar Büyük filozoflar İlim adanıları
Devlet ve Hükümet adamları yetişmiştir.
Selimiye’ye bak...
Süleymaniye’ye bak.
Görünen var.
Görünmeyen var.
Fakat onların ikisi de görünmeyenin görünüşü, âdetâ suda akisleridir.
Selim’i, Kânunî’yi, Sinan’ı görebiliyor musun?
Ve onlar, görünmeyeni nasıl görmüşler, neyi görmüşler biliyor musun? Söylersem ayağa kalkmak lâzımdır.
Yavuz’un Şam’dan Mısır seferinde sahrayı geçişini hatırlayın.
Resûl’ün ismi söylendiği zaman ayağa fırlayan III.Mehmet Han’ı düşününüz.
Âdemiyet hamulesi ile ALLAH’a sığınan, himayededir unutma!
Hacca âdemiyet hamulesi ile gidin!..
Cesedin emri altında değil.
Cesedi ruhun emrine alarak hacca gidersen o zaman hastalanmazsın.
Niçin?
ALLAH’ın misafirisin... 8.9.1986 Pazartesi “Huvel'evvelu vel'ahiru vezzahiru velbatinu ve huve bikulli şey'in 'aliymun.: O ilktir, sondur, zâhirdir, bâtındır. O, her şeyi bilendir.” (Hadid 57/3)