ELEKTRONİK ÇAĞ

ÇAĞDAŞ MEDENİYET ÇAĞDAŞ İNSAN Olmak felsefesinin sefil düşüncesi ile gönlümüzü, Beynimizi,

An’anemizi kirlettik.

Sonra da onun ölçülerine kapılarak bataklıklarda inci aradık.

Batı, para ve kadın esaretinde prangaya’ vurulmuş meçhul bir sürüye katılmak için her gün yeni gayretler hâlinde...

Biz de elektronik çağ.

Çağdaş medeniyet şarkısı ile sırası bozulmuş dağılmış plastik bir boncuk dizisi gibi olduk... Birbirimizi yiyiyoruz.

Bazen şarklı oluyoruz. Bazen garplı oluyoruz.

Geçmişde herşeyi yıktık.

Onun enkazı üzerinde bir hâlde birşeyler arıyoruz,

İlim kütüphanelerde kapalı kaldı.

Onları okuyacak kalmadı.

Şimdi o ilim, bilim hâlinde ortaya çıktı...

Büyük dediğimiz “güya büyükler”, çağdaş insan olacağız gayretleri içinde...

Dedelerimiz ruhen gökleri, yıldızları gezdiler.

Sonra gökten yere indiler.

Şimdikiler göklere çıkmaya çalışıyor.

Bunu mânâsını akıllı âlim anlar.

“Bilgin” değil.

Âlim diyoruz...

Âlim demek bütün maddî ve mânevî kâinat kanunlarını bilen demektir...

Ulema kisvesine.

Derviş kıyafetine.

Şeyh libasına bürünmüş hakiki ilimden, irşaddan habersiz oldukları hâlde, hakiki âlim ve mürşidlerin makamlarını çalmış olan bir kısım adamlar türedi.

Bunlar bugünkü müslümanlara hakim, fakat bu islâmiyet değil..

Bu türedilerin sürdürdüğü yanlış an’aneler, mânâsız i’tiyadlar, esatir-i hurafeler, uydurulmuş bid’atlardır.

Bu bid’atların din ile hiçbir münasebetleri olmadıktan başka akıl ile de uygunlukları yoktur. “Aklını kullanmayanı ALLAH sevmez!” aklını kullanmayanın dinle alâkası yoktur.

Tarih rast gele bir kör döğüşü değildir.

Kendine göre kaderî ölçüler içinde meydana gelir.

Hiçbir şey başıboş olmayıp bir ölçü ve takdir üzere meydana gelmektedir. .

Bugün ilim adamları aya gittiler.

Yıldızlara gitmeye uğraşıyorlar.

Kâinat kanunlarından istifade ederek buna muvaffak oldular.

Fakat insanların içini aydınlatamadılar.

İnsanlar perişan...

Denizler kirlendi.

Ciğerlere giren hava kirlendi Milletler birbirlerini yiyiyorlar.

İlim adamları insanı ve eşyayı ışınlayarak “Mikrodalgalara yükleyerek” uzak mesafelere nakletmeyi henüz başaramadılar.

Ama onun basit bir örneği olarak Ses, Resim, Rengi radyo dalgalarına yükleyerek uzak mesafelere nakletmeyi başardılar.

Belkıs’ın tahtı Hadramut’dan Mısır’a bir anda nasıl getirildi?..

“Tayy-i mekân” yapanlar vardır.

Gördük.

Yaşadık hem de...

Mi’rac, Tayy-i mekân değildir.

Burada birşey söyleyeceğim:

Musa, İsa hep batıya üflediler. Garba dönüktüler.

Resûlü Ekrem bütün cihetlere dönüktü.

Musa, İsa Kâbe’ye yanaşamadılar.

Kâbe onlardan çok evvel kurulu olduğu hâlde...

Fakat: Resûlü Ekrem mi’racda Kudüs’e uğradı.

Dönüşde ağramadı.

Bunun sebebini öğren!

İnsanlar sebebini idrakten âciz olduğu neticelere “Harika” nazarı ile veya “Hurafe” gözlüğü ile bakar.

Bu gün bu hâl tepededir.

Zira herkesin birbirini ısırdığı devirde yaşıyoruz.

Mi’rac Tayy-i mekân değildir dedik.

Nedir?

Tayy-i zamandır.

Bunu iyi anlamak lâzımdır.

Cesedi ruhun emrine almak...

Rüyada insan, uyanıkken yapamadığı şeyleri yapar;

Uçar, Suda yürür, Acı duymaz.

Ziyâ saniyede 300.000 km. süratdedir.

Ruhun ise, delta kadar fazladır.

Cesedi ruhun emrine aldığı dakikada mesafe mevhumu ortadan kalkar.

Sesin sür’ati saniyede 350 m.dir.

Ses elektriğin emrine girdiği zaman sür’ati elektrik sür’atine çıkar.

O zaman o sesi kulak almaz.

Hususi cihaz lâzımdır.

Nasıl ki radyo dalgalarında ses renk, sûret varsa fakat onları ne görür ne de işitiriz.

Ancak makinada mümkün oluyor.

Buradan uzağa ses gönderip konuşmak, sûret göndermek veya ceseden bulunmak, Tayy-i mekân mümkün olur.

Uzaktan konuşulur. Görüşülür. Görünülür.

Fakat kimse, ne görür ne duyar, ne işitir.

Rüyada; Renk var, Ses var, Konuşma var, Ağlama var, Harb ve Kavga var, Uçma var, Su üzerinde yürüme vardır.

Fakat koku yoktur, Acı duymak yoktur.

Bir de söyleyemeyeceğim birşey yoktur.

Yine söyleyemeyeceğim bir şey daha vardır.

Bunları iyi anla!..

Rüyada hâkim ruhdur...

Cesed ruhun emrindedir. Rüyada...

Sen uyanıkken cesedi ruhun emrine al!..

Nasıl alınır mesele burada...

O zaman;

Tayy-i mekân, Tayy-i ses, Tayy-i sûret nasıl yapılır öğrenirsin ve yaparsın...

Ama kolay değil.

İstediğin zaman rüya görmek mümkün değil biliyorsun.

Cesedi ruhun emrine almakda bir secde âyeti vardır.

Onunla mümkün olabilir.

O anda melek sırrına erer insan.

1- Bir secde âyeti vardır

2- İlâhî esmâların bir kısmı imkân âleminde câridir. Bir kısmı da kudret âleminde câridir.

3- Diğer bir kısmı da her iki kudret ve imkân âleminde câri esmâ ile, imkân alemindeki esmâya tesir ederek, cesedi hemen ruh emrine almak lâzımdır.

Cesedi ruhun emrine alan:

1- Kudret âleminden câri esmâlar yardımı ile ruh imkân âleminde her yere gider. Tesir eder.

2- İmkân âleminde câri esmâlar yardımı ile ses gönderir başka yerde görünür.

3- Her iki âlemde câri esmâlar yardımı ile Tayy-i mekân yapar.

Bunlar tasarruf sahibidirler.

Uzaya gitmek için:

Uzay fiziği

Uzay kimyası

Uzay mekaniği bulundu.

Tabiî kanunların dışında başka kanunlar halkedildi.

Tetkik edildi.

Hattâ havasız yerde uzayda yürüdü insanoğlu.

Bahsettiğimiz esmâlar zikir değildir.

Bazı âyetler vardır.

Onlara devam etmek lâzım.

Bunlarla vücud kimyasına vücud atomuna, anyonuna, katyonuna tesir etmek gerekir.

Bu bahis uzundur.

Manevî âlemin hakiki güzelliklerini sezen ve seyreden ruhtur.

Bu bir nevi yaşamaktır.

Bunu ifadeye çalışan kelimelere de tasavvufi lâf derler.

İnsanın bâtını âleminin güzelliklerini “Hüve'l BÂTIN” aksettiren “Hüve’z ZÂHİR” dir. Ne mutlu ona...

ALLAH’a hakiki kul olmaya çalış!

Şeklî İslâmlıktan ayrıl!

Ruhunla birlikte islâm ol!

Gerçek ibâdetle insan yükselir.

Dindarlık, gösterişinden kurtul!

Tevhide ulaşana tefrika girmez?

Söylediklerim tavsiyelere devam edersen bu muhakkak ortaya çıkar. Maddeleri, düşünceleri düzenleyip;

“ALLAH yok” diyenlerle,

“ALLAH vardır” diyenlerin savaşı vardır.

Bu doğru değildir.

Kundakdaki çocuğa dolma yedirmek ne yaparsa, buna da onu yapar.

Bu gibi düşüncelerden kendini kurtar!

“ALLAH’ım beni kendimden kurtar!” söyle!

Lâfda kalmasın, çalışarak!

Adağa bağlı ibâdetler doğru değildir.

Şartlı adak islâmi ibâdetle uyuşmaz.

O da doğru değildir.

Adak vasıtası ile istemek doğru olmaz.

Vasıtasız temas etmek lâzımdır.

Hülâsa adak; küfürdür.

Şunu düşün:

Leylek yerde ötmez.

Kırlangıç yere, ağaca konmaz.

Eşiyle temas eder.

Başkasını bilmez.

Lâflar karışık ama düşünmen için.

İbâdetlerin en büyüğü tefekkürdür.

Tefekkürün tarifi yoktur.

ALLAH’ın verdiği aklı fikir ve düşünce ile birlikte kâinatın sonsuzluğu içinde, ALLAH’ın kudretlerini, akıl hududu içinde düşünmek aczini anlayıp ALLAH’a hamd ve şükürle yönelmektir, diye insanı doyurmayan bir târif yapabiliriz.

Doymamak inkâra yol açacağını hatırlatırız...

Peygamber aylarca dağlarda tefekkür etti.

Sonra amelî ibâdete başlatıldı.

İnsan aklı ile düşünce arasında yol vardır.

Fakat mesafe yoktur.

Fâni âlem ile bâki âlem arasındaki percereye oturmaktır tefekkür...

İnsanlar ALLAH’ı unutsalar bile yarattığı herşey canlı cansız O’nu bilirler. Oluşları ile hücreleriyle durmadan O’nu tesbih etmektedirler.

Cenabı HAKK kendi sıfatlarıyla süslediği insana, kudretleriyle tecellî ettiği herşeye zikretmesini emretmiştir.

Herşeyin zikrinde hedef ALLAH’dır.

Zikredici de yine kendisidir...

Kudretleriyle değişmeyen kâinat kanunlarıyla “Lâ ilahe illallah” lâfızları ve söylenen kelimeler zikre âlettir.

Durmadan zikreden ALLAH’ın zikrine, tesbihat ile girmek gerekir.

Zikir, bunlardan sonra kalbde husule gelen bir hâlet vardır ki zikir işte odur.

Mahlûkların haddine mi düşmüş onu zikredebilsin.

Ancak tesbih ederler ki o da emirdir.

Diğerine akıl yetmez.

ALLAH’a hizmet etmek bambaşka bir işdir.

Onun için HAKK’dan geleni HAKK ile arana gizle!..

31.3.1988 Perşembe

Esatir-i hurafe : Aslı batıl inanışa dayalı uydurma hikayeler.