ÎLÂHÎ TİTREŞİMLER

Duyulmayan.

Duyulamayan.

Görülemeyen.

Titreşimler.

Sesler.

Işıklar

Akıl ile varılması zor atomlar.

Hepsinin çıktığı membağ.

“Felâ uksimu bi’l- hunnes el civari’l- künnes” Âyet.

Kulakla duyulmayan, duyulamayan ilâhî titreşimler, gözle görülemeyen ilâhî nûr ve ışıklar, akıl ile varılması zor atomların bir disipline bağlı şaşmaz raksları...

Bunların hepsi tahmin ve düşüncenin ötesinden bir menba’dan çıkıyor...

Oraya ne isim verirsen ver.

Atom de.

Kara nokta de, ne dersen de hepsi birdir.

Akli düşünce, bunaltıdan kurtulmak için:

Makam-ı Mahmud.

Kara nokta.

O işte...

Orada aklın yine takılır.

ALLAH sözü ile “Hunnes ve Künnes” de buna.

ALLAH burada yıldızlara, mevkilerine yemin ediyor.

Hunnes, Künnes nedir?

Atomun bir çekirdeği vardır.

Buna nötron derler.

Bunun etrafında cinsine göre sağdan sola aklın alamayacağı bir süratle dönen elektronlar vardır.

Bu normal dönmeye ALLAH lisanında “HUNNES” denir.

Bu elektronlar soldan sağa ters olarak döndükleri zaman çekirdekten ayrılırlar.

Bu “KÜNNES” fende ismine “iyon” diyoruz.

Çekirdeğe yakın ve uzak elektronlar vardır.

Bunlar Kimyevî, Fizikî, Mıknatısî, Elektrikî sebeplerden yek diğerine çarparak atomdan ayrılırlar.

Bu sebeplerden ötürü atomdan çekmek, iyona ayırmak meselesi ortaya çıkar. Titreşimlerini çekirdekten uzaklaştıran elektronları tekrar yerine göndermek mümkündür. Bu hareketler saniyenin milyarda biri zamanında olur.

İdraki mümkün değildir.

Bu ses titreşimlerine “foton” adı verilir.

Bazı cisimler elektriği nakil değildir.

Bazılarını mıknatıs çekmez.

Tam nakil değildirler, işi uzatmayalım.

Gel buna “ALLAH” de de sıyrıl bu battığın ilmî bataklıktan...

Bu titreşimlerin kendilerine göre şuûrları vardır.

Şaşmıyorlar.

Mütemadiyen muntazam bir raks hâlindeler...

Bunların hepsi yaratılıştan.

Yaratandan, ALLAH’dan...

Hepsinin şuûrlu, intizamlı, devamlı işlemelerine, oluşlarına, yerlerine yemin ediyor ALLAH...

Bu yeminlerde derin mânâlar var.

ALLAH’m kime karşı doğru olduğunu isbat etmek için yemin ediyor.

Hâşâ böyle birşey yoktur.

O hâlde bu yeminde başka bir sır var...

Düşünce ve aklını zorlamadan zedelemeden...

ALLAH’m verdiği akıl da hududludur.

Bu, yemin içinde gizlidir.

Bunu anlarsan bütün kudret şendedir, o zaman kullanırsın...

Ne demek istediğimizi anlamaya uğraş!

“Çalış” demiyoruz.

Uğraşmak başkadır, çalışmak başkadır.

Buradaki yemin kelimesi bütün bunlar:

“Benim isimdir doğrudur. Siz de doğrulayın!” demektir.

Bütün bu “yemin”ler Mekke’de inen sûrelerdedir.

Aynı zamanda secde âyetleri de Mekke’deki sûrelerdedir...

Fennen malûm, mânen var olan bu titreşimlerin kâinatı teşkil eden her maddenin, varlığın, bir araya gelerek görünür bazen tutulur her varlık...

Bunlardan maddeye çevrili titreşimler : Atomlar...

Manevî tarafa, ruha çevrili titreşimler : İlâhî titreşimler...

Yaratan, insanla temas için lüzumlu olanları araya vasıta koyarak Resûl’a bu titreşimleri ulaştırıyor.

Biz buna “vahiy” diyoruz.

Bu, kulakla duyulamayan gözle görülemeyen nûrlar Resûlün vücudunda harflere çevriliyor. Harfler kelimelere, kelimeler mânâlı cümlelere.

Cümleler Resûl’ün ağzından “âyet” şeklinde duyacağımız, anlayacağımız ALLAH’m kelâmı, Resûlün mübârek ağzından âyet şeklinde çıkıyor.

Bunların hepsine biz “Kur’ân-ı Kerim”

“ALLAH’m kelâmı” diyoruz.

Dikkat et “ALLAH kelâmı” demiyoruz.

“ALLAH’ın kelâmı” diyoruz.

Arada fark var.

Düşün, idrak et!

Bu husus çok mühimdir...

Resûl Arapça konuştuğu için bu kelâm arapçadır.

Resûl’e intikalinde “ALLAH”ça idi.

Bu ilâhî titreşimler Resûl’ün mübarak bilgisayarında Arapça olarak sudur ediyor.

Onun için Kur’ân’ı anlamak Resûlün siyretini bilmek lâzımdır.

Kur’ân Resûl’e vahyolunan, ALLAH’ın kelamının hepsinin ismidir.

“Kur’ân” ismini kendisi vermiştir.

Bakara sûresinde 185 İnci âyet, Kur’ân Ramazan ayında, Kadir gecesi inmeye başlamıştır. Niçin Ramazan?

Niçin Kadir Gecesi?

Kur’ân inmeye başladığı zaman ne Ramazan vardı ne Kadir gecesi biliniyordu.

Nereye iniyor? Nereden iniyor? Nereden, nereye?..

Bu iş başka iştir.

Aklını yine frenle!..

Kur’ân o hâlde Resûl’ün kalbine vahyolunan ALLAH’ça kelâmın adıdır.

Kur’ân-ı Kerim hiç bir dile tercüme edilemez.

Tercüme hiç bir vakit asıl Kur’ân’ın yerini tutmaz.

Sesler değişmez.

Kur’ân’ı okurken çıkan seslerin altında, onları husule getiren kulakla duyulamayan “ilâhî titreşimler” İnsanın ruhuna tesir ederek kelâmın heybeti içine dalar.

Resûlden sudur eden Arapça, aslında ALLAHcadır.

Bu titreşimler onun için yanlış telâffuz kuvvet ve kudretini kaybettirir.

Vahiy 23 sene devam etmiştir.

Âyet : Delil, işaret veyahut ALLAH tarafından bir emir veya vahiy demektir.

Kur’ân-ı Kerimde 6247 âyet vardır.

Besmeleler de ilâve edilirse 6320 eder.

Âyet ve sûreler Resûlü Ekrem tarafından yazdırılarak tertip edilmiştir. Fakat bir cilt hâline getirilmemiştir.

“Dikkat” yalnız ezberlenmiştir.

93 sûre : Mekke’de

21 sûre : Medine’de nazil olmuştur.

Kur’ân-ı Kerimde 14 yerde secde yapılır.

Bu âyetler telâffuz edildiği zaman âyetleri duyan kulağa, söyleyen ağıza, “Es SEMİ’” ile de ruha farzdır.

Hac sûresinde Mekke’de nazil olmuştur.

“Göklerde., Yerde (yerlerde değil, dikkat! Fakat göklerde diyor.)

Ne varsa Semâvat, Arz, Şems, Kamer, Yıldızlar, Dağlar, Ağaçlar secde ediyorlar. Biliyor musunuz? Bilemezsiniz!..”

Secde âyetleri Mekke’de inen sûrelerdedir.

Medine’de inen sûrelerde yoktur.

Niçin var? Sebebi var.

Tilâvet secdesinde çok mühim bir hikmet ve ruhun cesede hakimiyetine kavuşmak sırlarından birini taşır.

Kur’ân-ı Kerim, ALLAH’cadır dedik.

Evet doğrudur.

Ondan ötürü zâhiri olarak insan ruhunu en derinliklerinden yakalayarak dosdoğru yürümesini, nasıl yürüyeceğini de mutlak ile madde arasında sapmamak için “gel beraber yürüyelim!” der...

Amel ile bu da kâfi gelmez.

Oruç, Namaz, Hac, Zekât, bunlar emir olunan amellerdir.

Mecburiyet yoktur.

Bunları “amel-i sâlih” derecesine çıkarmak lâzımdır.

Bu emirler ALLAH’a yüz akı ile varabilmek usulleridir.

Bunları sevgi, feragat dolu sûrette yapmak...

“Ben ahlâkı tamamlamak için geldim!” demesi buradaki “ahlâk”, ahlâksızlığın mukabili değildir.

Herşeye karşı sevgi, doğruluk, temizlik ile emirleri yapmak keyfiyetidir.

Yalan, Fitne, Gıybet yok...

İnsanoğlu göklerde güya saltanat kurduğu bu asırda peygamberden müstağni kalarak HAKK’a gidemez.

Yolu yürümek, elimizden kolumuzdan peygamber tutmadığı anda mümkün olamaz. Göklerin gözü yerdedir.

Yerlerin gözü de göktedir.

Cenabı ALLAH dedelerimize toprakla konuşmak hünerini vermiş.

Ne demiş duyan :

“Benim sadık yârim kara topraktır”.

Ondan halkedildin ona döneceksin.

Yol bu...

Bu lâf çok büyük bir sözdür...

ALLAH sözünün insan sözü ile ifadesidir.

Hıristiyanlar dualarında ALLAH’dan ekmeklerini vermesini ve semâvi melekûtun gelmesi için yalvarırlar.

Hazreti Resûl’ün zuhuru ile semâvi melekût yer yüzünde teessüs etti.

İsa peygamber bunun olacağını işaret etmiştir.

Markos incil’i 1-15...

Halbuki islam, ekmek için yalvarmaz.

Rızkı ALLAH tekellüf etmiştir.

İsrarla istemek, hatırlatmak olur doğru olmaz.

Dedelerimiz onun için toprakla konuşmasını bilirlerdi...

Kötü bir iş yapan muhakkak bir gün pişmanlık duyar.

Niçin?

Niçini çözüm noktasıdır.

“Ey habibim herkes ölecek. Sen de öleceksin” Âyet. buyruluyor.

“Muhammed” buyrulmamış tır.

“Habibim” buyrulmugtur. Niçin?..

“Âmin” kelimesi esmâ-i İlahiyedendir mânâsı:

“Yâ Rabbi kabul et. Böyle olsun. Böyle yap!” demektir.

ALLAH dostlan : ALLAH’ın seçtiği dostlar.

Aralarında denizler kadar fark vardır.

Len fark yok biri başka diğeri bambaşka.

ALLAH’ın seçtiği dostlar : ALLAH onlara İlim ve hikmetten elbise giydirmiştir.

Onların zâhirine dışına bakanlar hiç bir şey göremezler.

Onların üzerlerine mânevî bir perde gerilir ve ALLAH onları bakanların gözünden (gözlerinden değil) gizler.

Kelimeye dikkat et. Burada da perde vardır...

Düşünme artık (Asûde hatır ol).

Asûde kelimesi farşça bir kelimedir.

Lisanımızda çok kullanılır.

“Asûde hatır” : Müsterih, Sakin, Rahatla mânâlarındadır.

Bu kelime içten söylenen ve içinde riyâ olmayan, itimat veren bir sözdür.

İnsan ruhunun en derinliklerinden gelen bu sözü, dürüst doğru yalan bilmeyen hakiki mert insan söyleyebilir.

Peçevi Tarihi isminde bir tarih kitabımız vardı.

O tarih kitabında bu gibi lâflar çoktur.

Hele Kânunî devrinde Macaristan seferini anlatırken o zaman insanların ne kadar mert ve dürüst kimseler olduğunu anlarsınız..

Sefer esnasında ordunun başkumandanı vezirin, askere emri şu idi:

“Ekin tarlalarına basmayın! Bu hatırlatma emridir”...

Yoksa askerin bunu yapmayacağını biliyor kumandan.

Kumandana askerin cevabı :

“Âsûde hatır ol vezirimiz!..”

Zulüm küfürden daha fenadır.

Zulmün muhatabı mazlumdur.

Hakiki mazlumun duası arada vasıta olmadan hedefine âniden ulaşır. Kafan gider, fakat hakiki mazlum dua etmez.

Utanır...

ALLAH görüyor, biliyor ya...

O zaman iş değişir..

14.3.1989 Salı

HAKK kokusunu gaipden duyan, şendeki bâtıl kokusunu nasıl olur da duymaz,.. Duyar.

Duyar amma...

Edebi icabı yüzüne vurmaz.

Örter, iyi koku da yukarı çıkar, kötü koku da...

Dertlinin derdini dinlemek dertliye bir nevi zekât vermek gibidir.

Dertli adamın tereddütle dolu, dumanlı bir gönül evi vardır.

Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun.

Ayıp gören gayb âleminin kokusunu bile alamaz.

Güneş dağa da vurur altuna da...

Sarhoşun önünde hendek de birdir meydanlık da...

Tuhaftır bu âlem.

Bak, Dinle:

Deniz, Musa ile konuşur.

Rüzgâr, Süleyman’ı taşır.

Demir, Davud’un elinde mum gibi yumuşak olur.

Kamer, Resûl’ün parmakları ile ikiye ayrılır.

İbrahim’e ateş gül bahçesine çevrilir.

Toprak, Karun’u yılan gibi yutar.

Hannane direği konuşur.

Taş, Ahmed’e selâm verir.

Bunları anlamayanlara bütün bu hadiseler susup dururlar.

Çünki onlar “namahremidirler.

Defineler viranelerde bulunur.

Gönlün köşesiz köşesi vardır orayı bul!..

“Küfre razı olmak küfürdür” hadisi vardır.

Küfür, ALLAH’ın takdiri iledir, hükmü ile değil.

Dikkat et!

Rüsvay olur insan burada...

Yâni, ALLAH’ın emir ve rızası ile değildir.

Kâza ve kaderin eserlerindendir.

Burayı tekrar tekrar oku anla, ondan sonra devam et!

Çirkin resim, ressamın çirkin olmasından değildir.

Hiç bir ekmek yoktur ki tekrar harmandaki buğday hâline dönsün. Hiç bir üzüm dönüp de tekrar koruk olamaz.

Olmuş meyva tekrar turfanda hâle dönmez.

Dikkat edilecek olursa dünyada her an yeni bir devir açılır.

Yeni eskir.

Fakat ölmez.

Kaybolmaz.

Öyle görünür.

Yeniden filiz verir.

Dallanır kâinata yayılır ama bu yayılma kolay olmaz.

Bizim güç anlamamız bakımından...

“E fe ayina bil hâlkil evvel bel hum fi lebsim min hâlkin cedid. Âyet. Rahmet yeşil filizin başına düşer gönlüne işler.

Yeter ki bu rahmet başa değsin.

Gönle içlesin.

Bir de kabiliyet görürse semâdan rahmet yağar.

Herkesin gönlüne damla damla düşer.

Anladım mı?

Rahmetelli’l- âlemin olan Resûlü Ekremin kıymetini...

Yağmuru deniz kuşu da alır.

Sadef de...

Sadef bir damla alır inci olur.

Diğerine yük olur.

İnsan ruhu müsbet ilim çerçevesi içinde sıkışıp kalmıştır.

Yağmura kargı şemsiye kullanırlar...

İnsan bu dünyada iken pervaneden yanmanın inceliğini, derin mânâsını, ateş içinde yanmasını öğrenmelidir.

Renk ol...

Kokuyu rüzgâr alır...

Rüyada renk var.

Dikkat edersen koku yoktur.

Koku dünyaya aittir.

Bu âlem bir rüyadır zannına kapılma!

Rüyada bir el kesilse bile zararı yoktur.

Kulların gayreti olmadan ALLAH kulları yarattı.

Onların arzusunu almadan boyunlarına bir emânet yükü verdi..

Kendini göstermek arzu ve muradı.

“Ben gizli bir hazine idim görünmek istedim”.

Bu hâlleri ile onlara yardım etmezse kim yardım edecek...

“Hazine idim” diyor.

Kâinatı yarattı hazine dağıldı, o hâlde her şeyde O var, fakat her şey O değil.

Lâfa dikkat et anla, güç amma...

Hakikatde yok olan bu cihan, var gibi görünmede...

Var olan o cihan gizlenmede. Yok gibi görünmede...

Hüner, “Yü’minune bil gayb” zincirinin bir köşesine elmas gibi bir halka olmadadır.

Bu kolyenin “imamesi” hani tesbihlerde vardır.

Resûlü Ekrem’in mübârek sırtlarında bulunan “Mühr-ü Nübüvvet” dir.

Ruh-u Muallaları’nı teslim ettikleri zaman, bu mühür kaybolmuştur.

Bunun hakikatini bilen insan, o mes’uddür ki ibâdetinde riyâ, işinde hile ve yalan, midesinde haram yoktur.

Dilim açılsa da size canınızın düşmanını olduğu gibi anlatabilsem:

Yiğitlerin ödü patlar.

Yol yürümeye takatiniz kalmaz.

Namaz bile kılamazsınız.

Görünmez bir âlemi görmek için çok cömertlik lâzımdır.

Şibli’ye biri gelmiş: “Bakmaya mecbur olduğum çok kişi var.

Daraldım, sıkıntı içindeyim.

Bana bir yol göster!” demiş,

Şibli : “Hemen eve git! Kimin rızkını sana bağlı görürsen hepsini kapı dışarı at! Kimin rızkını ALLAH’a bağlı görürsen evde onlar kalsın!” demiş.

24.3.1989 Cuma “Fela uksimu bilhunnesi. Elcevarilkunnesi. : Hayır! Akıp giden, bir kaybolup bir etrafı aydınlatan yıldızlara andolsun.” (Tekvîr 81/15-16)

Siyret : Bir kimsenin içi, hâli, hareketi, ahlâkı. * İnsanın tutmuş olduğu mânevi yol.

“Şehru ramedanellezi ünzile fıhil kur'anü hüdel lin nasi ve beyyinatim minel hüda vel fürkan.... : Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır....” (Bakara 2/185)

“E lem tera ennellahe yescüdü lehu men fis semavati ve men fil erdi veş şemsü vel kameru ven nücumü vel cibalü veş şeceru ved devabbü ve kesirum minen nas ve kesirun hakka aleyhil azab ve mey yühinillahü fe ma lehu min mükrim innellahe yefalü ma yeşa' : Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu ALLAH'a secde ediyor; birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. ALLAH kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak bir kimse yoktur. Şüphesiz ALLAH dilediğini yapar.” (Hac 22/18)

Müstağni : (Gani. den) Kimseden bir menfaat beklemeyen, bir şey istemeyen, istiğna eden, kimseye ihtiyacı olmayan. Gönlü tok, tok gözlü. Çekingen, nazlı. * Gerekli ve lüzumlu bulmayan.

“İnneke meyyitün ve innehüm meyyitun : Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler.” (Zümer 39/30)

Len fark yok : Asla fark yok

Asûde : f. Rahat, huzur içinde. Dinç. Müsterih. Sâkin. * Bir cins helva adı.

Hatır : Zihin. Fikir. Gönül. Kalb. Hal. Tedbir.

“E fe ayina bil hâlkil evvel bel hum fi lebsim min hâlkin cedid : İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.” (Kaf 50/15)

“Ellezine yü'minune bil ğaybi ve yükiymunas salate ve mimma razaknahüm yünfikun : Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan ALLAH yolunda harcarlar.” (Bakara 2/3)